24.08.2010

Ederlezi ('Time of Gypsies' Soundtrack)


"Müziğin dili yoktur" cümlesinin tam üzerine oturan milyonlarca şarkı vardır; çünkü müziği var eden ve bütünleştiren bu olgudur. Başka bir klişe de "Müzik, birçok duyguyu aynı anda barındırır ve insanı bu duygular arasında gezintiye çıkarır" minvalinde olanı... Bu da evvelki kadar esastır ve yine ilintili sayısız eser bulunabilir. "Müzikte çok seslilik, yapıttaki renkliliği artırır" önermesi de öyle... "Müzik, sinema eserlerine anlam katar ve eserin bütünleyici unsurudur" ise "Sinema'ya giriş 101" dersinin ilk cümlesi olarak vurgulanır, ardından bildiğimiz Hans Zimmer, Yann Tiersen örnekleriyle sağlamlaştırılır.


Bütün bu cümlelerin/klişelerin hepsini birden içinde barındıran eser sayısı ise azdır. Bu nedenle ölümsüzdür. Bu nedenle edebi ya da görsel bir unsur zihinsel devinimler şeklinde benliğe zuhur edip bazı anıları çağrıştırdığında ilk önce müzik akla gelir, dinlenmiyorken bile hatırlanır, değişken melodisi ve en vurucu kısmı ve hatta o kısmın saniyesi bile bir anda zihinde parlar.

İnsanı coşturur. Coşku sadece mutluluk değildir. Acının, körük gibi acının da coşkusu vardır. İçeride çağıldayan bir ırmak olur, içten akar. Tek farkı budur.

"Ederlezi", işte o içten akan ırmak. Goran Bregovic'in meydana getirdiği akıntıya bırakın kendinizi; içinizde birikmiş posu temizlesin, ferahlatsın. Kurmayın önüne köprü, yönünü değiştirmeye çalışmayın. Hepimizin ihtiyacı var buna. İnsanlığımızı hatırlamak için, yeniden insan olmak için.
Hepimizin ihtiyacı var böyle yapıtlara. Bize hayatı hatırlatması için. Varolmanın yükünü insanoğlunun doğuştan gelen unutkanlığıyla birleştirip kapanıverdiğimiz o bencil dünyamızdan bizi çekip çıkarması için. En basiti, iki damla gözyaşı için...

16.08.2010

l'homme aux bras ballants


Sonradan çok güzel bir animasyonun müziği olarak da hatırlanan bir Yann Tiersen şaheseri. 1997'de bizlerle paylaştığı muhteşem "Le Phare" albümünden. Bugüne kadarki her eserinde, buram buram hissettiğimiz "umut" kavramını bu şarkıda öyle bir hale getiriyor ki; 3 bölümden oluşan müzik, adagio'dan allegro'ya geçerken dinleyicinin heyecanı da aynı oranda artıyor; şarkı bittiğinde tebessüm kalıyor yüzünüzde, mutlu bir hayal gözlerinizin önünden geçip gitmiş gibi. Hatırlanamayan bir yüz ifadesi, akla gelen ama nerede hissedildiği anlaşılamayan bir koku, dalga sesleri arasında deniz kenarından bir anı. Ne yaşanmışsa o güne dek, o kişinin kendine bile açıklayamadığı gizli özlemi.

"l'homme aux bras ballants", "kollarını sallayan adam" anlamına gelir. nefis animasyonunda da ihtiva ettiği gibi, yıllar boyu akılda kalacak gizli umutları barındıran bir sırdaş olarak varlığını sürdürür. Siz farkedin ya da farketmeyin.

19.07.2010

la bohéme


14 Ocak 2006'da yazmışım "la bohéme" hakkında bir şeyler. Bu gece oturdum, daha uzun yazacaktım hakkında, yaşattıklarına ve hissettirdiklerine dair. Hikaye tasarlayacaktım üzerine ama kendisinin anlattığından güzel bir hikayeye gerek olmadığını kısa sürede anladım. Geriye 2006'da yazılanları kopyalamak kaldı.. Yine de, bir insan için, üzerinden geçen 4.5 yıla rağmen, hala o günkü hissiyatı derinden hissedebilmek; cümlelere dökmek istese aynı kelimeleri seçeceğini bilmek başka bir keyif...

"Aznavour'un 20 yaşın altındakilerin bilemeyeceği zamanlardan söz ettiği şarkıdır. 20 yaşındayken kişi farketmiş, hayatında alıp önemli bir yere koymuş, merak etmiştir. Ettiğini de belli etmiştir. Montmartre'da geçmiş, Sacre Coeur'un hemen arkasında yaşanmış hisler, duygular, belki görüldüğünde yaşanmayacak olsa da yine de hep bir yerlerde gizlenmiştir şarkı dinlenirken... Sonra hep akılda bulunan bu yer, Paris'e gidildiğinde görülür; kulakta Aznavour sesinden la Bohéme dinlenirken, çaprazda dar bir açıdan Sacre Coeur görüntüsü, önde ressamların insanların resimlerini çizdiği bir meydan ve köşede la bohéme cafesi... Duygu yoğunluğu Paris'i kiminle özdeşleştirdiğinizle aynı oranda artar, Aznavour'la coşar, yanınızdaki insanlar ile dizginlenir. Sonunda girilir cafeye, bir café créme istenir. O sırada la bohéme tekrar tekrar çalmakta, sözlerle bütünlük sağlanmaktadır. Mp3 player kişiyi Hier Encore'a doğru sürüklerken, Paris'in dondurucu soğuğunda, o anda içilen sıcak café créme'den çok daha fazlası insanın içini sıcak yapmaktadır. Anılar, hayaller, şarkılar, Montmartre'da bulunulduğunu farkettiren ressamlar... Sevgi ve aşk. Bitmeyen.

Kahve biter, bu kadar duygu yoğunluğu fazla gelir insana. Gözyaşına boğulmamak için dizginleri tutmayı gerektiren kişiler yanındadır. Yeniden Sacre Coeur'a geçilir, saat başı yanıp sönen Tour Eiffel ışıl ışıl parlamaktadır. Paris'in büyüsü yeniden vücudu sarar, düşüncelerin yönünü çevirir. Zaten düşüncelerin yönünü çevirecek raddede o kadar uzun bir zaman geçmiştir ki...

Ama geçen sadece zamandır. Geride kalan hep aynıdır. Camus'nün dediği gibi "ça m'est egal" cümlesine aşina olmak, la bohéme hayalini gerçekleştirmekten zordur, ötedir. Bu durumda istenen tek şey, hislere, anılara, hayallere saygıdır."

Paris, 2006.