2.06.2014

Gezi Parkı Yazı Dizisi - 2 Haziran

Mehmet’in canına kıyacaklar, Ali İsmail’i öldüresiye dövecekler…

Sabahın körü. Ağrıdan, sızıdan tutmayan bacaklara güç gerekiyor. Uyumam lazım, her gün saatlerce ayaktayım. Ayakta olmak yeter mi hiç; kim bilir yine hangi bilinmez sokaklara kaçacağım, nerelerde düşeceğim. Henüz “duran adam” değiliz, daha keşfedemedik; biz tepkisini “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diye tepinerek gösterenleriz. Bir de üzerinize afiyet, gaz yemeyi iyi biliriz. Gaz yedikten hemen sonra sigara yakabiliriz mesela. Talcid adam olur, sokakları arşınlarız; fişeklerinizi size geri atmaya bile can atmayız. Dün katil olmuştunuz, bugün seri katil olacaksınız…

Bir ağacın tepesindeyim. Ağaca tırmanma konusunda hiç başarılı bir çocukluk geçirmediğim halde, Gezi motivasyonundan olacak, bir ustalık, bir daldan dala sekmeler, maşallahım var. Yukarıda bir kedi, kamera zum yapınca anlıyorum, ben bu ağaca onu kurtarmaya çıkmışım. Yaklaştıkça kaçıyor, alıp indireceğim, uzanamıyorum. Artık gidilebilecek bir yer yok, hamle yaparsam düşebiliriz. Zararsız olduğuma neden sonra ikna oluyor, bırakıyor kendini. İsabet oldu sevgili kedi, yoksa buradan düşünce senin dört ayağının işe yarama ihtimali de pek zayıf. Avucuma aldığım anda yüzümdeki tebessüm donuyor, bakışlarım boşluğa düşüyor. Bu çok normal, çünkü ben düşüyorum. Kafamı kaldırdığımda düşme sebebimi görüyorum, yüzünde benim tebessümüme eşlik etmeyen iğrenç bir sırıtış var. Kafasında bir kask… Bir çevik tarafından uçuruma atılmışım. Direniş kaidelerine hâkimim. Kaskın numarasını alayım diyorum en azından, öbür dünyada lazım olur hani. Bu dünyada alsan da bir şey olmuyor zaten. Kaskı çıkarsan peruk takıyor, saatlerce dövdün desen “kendimi savundum” diyor. Nasıl uğraşacaksın ki şeref yoksunuyla, böylesinden vicdan beklenir mi? Uyanıyorum. Gözümü açmak gerçeği hatırlamamı ya da en azından uyanmamı sağlayacak. Kabusun da üniformalıya denk geleni dertmiş, onu anlıyorum.

Bir çelişki söz konusu bugün… Beşiktaş, Dolmabahçe, Akaretler sabah sakinliğinde; sahil tarafı silme çevik yine ve biliyoruz akşama karışacak ama Gezi’de çadırlar kuruldu, kütüphane için kitap toplanıyor, festival gibi programlar hazır. Şiirler, forumlar, şarkılar, konserler… Benzersiz bir dayanışma. İnsan zinciri yap, herkes elindekini yanındakine versin, bu şekilde sadece dünya kadar malzemeyi değil, insanlığı da taşıyabilirsin güzel kardeşim. Polisin olmadığı, valinin hüküm sürmediği yerde sevgi yeşeriyor, insanlık yüceliyor. En karşıt gruplar bir araya gelmiş, aralarında adeta anlayış ve tevazu yarışması düzenleniyor. Tüm siyasi fraksiyonlar kırmış zincirlerini, yan yana. Olası saldırıya karşın taraftarlar anlaşmış; Çarşı Gümüşsuyu’nu, Fenerbahçeliler Talimhane’yi, Galatasaraylılar İstiklal’i tutuyor. Gerisi şenlik, kutlama, zaferin tadını çıkarma. Ama bir başıboşluk yok, herkes her şeyin farkında. Ayrılıyorum Gezi’den, çünkü Beşiktaş yine karıştı, bu sefer daha da şiddetli. Sanırım toptan semti yok edecekler, biber gazı dışında bomba da atarlar mı, katil seri katil olmak istiyor, ant içmiş, elinde değil. Korunmasız çıktığım ilk günden sonra dandik bir maske ile noktaladığım günlerin  aksine, bugün başıma ne geleceğini bilmediğim için ya da gelmeyen bir fişeğin gelebileceğini düşündüğüm için motosiklet kaskı takıyorum. Kıyafetimden kaskıma dek bugün tam bir Robocop’um. Bir şey yapacağım da yok, yine biraz bağırıp fazlaca kaçacağım. Ben şiddetin durmasını istiyorum. Şiddete şiddet katmak değil. Yere düşen birkaç kişiyi polis kapmadan ben kaldırmalıyım. Lojistik Robocop’u olarak vazifemi ifa edeceğim efendim.

Bu akşam yediğimiz gazın yoğunluğu bazı sınırları aştıklarını göstermek için yeterli. Tarifsiz bir saldırı var ve fakat daha da kalabalıklaşıyor insanlar. Beşiktaş sadece bir semt değil, kalplerde eşsiz bir aşk. Bunu bilmiyor polis, saldırdıkça geri kaçmak zorunda kalması bu yüzden. BJK Plaza’yı geçemiyorlar, bir otobüs boyu barikat kurulmuş, sanırım topyekûn temizliğe giriştiklerinde görkemli bir törenle yıkacaklar. Önlere yakın bir yerde dururken çok şiddetli bir reaksiyon geliyor polisten, nereye kaçacağımı şaşırıyorum, kask başıma bela oluyor, doğru düzgün koşamıyorum. Şair Nedim’e dalmışım, fark etmez, şu aradan tüyerim yukarı, bunlar buraları bilmezler. Bütün Beşiktaş aşağı inmiş resmen, balkonlarında olanlar müthiş bir tepki halinde polise karşı. Oysa onların umurunda değil, arenaya çıkmış gladyatörün tribünleri duymamasına eş bir konsantrasyon yaşıyorlar. Öyle ki, gördüğüm manzara bugüne dek bizzat yaşadığım en acı tecrübe. Bir tekel bayii… Tam karşısında eğilmiş ve gaz tüfeğini dik şekilde tutarak dükkân içinde sıkışmış insanlara ateş etmek üzere bir polis. Binalardaki insanlar çığlık çığlığa. Yapma! Biraz sonra toplu katliam yaşanacak. Kendimi kaybedercesine koşmaya başlıyorum. “Yapma” diye bağırıyor herkes, kendini kaybedercesine bir şey yapmasına ramak kaldı adamın. Yapma! Karşıdan da koşanlar var, o anda anlıyor ne olduğunu, canı tatlı geliyor, kaçıyor ara sokaktan ve kayboluyor. Olacak iş değil bu... Hafızada kalırsa delirtir, hissizleştirir insanı. Gidiyoruz, ağlaya ağlaya çıkartıyoruz içeride kalanları. Evin orası farklı değil. Sokaklarda yatanlar, acı çekenler, bağıranlar. Akaretler’e geri geliyoruz, apartman kapısını açık bırakmak müebbetengiz bir yardım ve yataklık suçu. Her yer gaz, her yer bağırış, polis destansı bir şiddet şöleni sunuyor. Bir temaşadan çok, canhıraş bir hayatta kalma hali aslında. Sağda solda kalan kim varsa alıyoruz eve. Polis anlamasın diye fotoselli lambanın ampulünü söküyoruz. Ev bir cafeden çok, hücre evini andırıyor andırmasına; lakin içerideki insanların birçoğu siyaseti ilk kez tanıyor. Saatler böyle geçiyor. Eve gir, çık, bağır, diren, yaşama tutun. Direnişin kendisi zaten yaşamaya çalışma mücadelesi. Durmak yok, mücadeleye devam. Bir bakıma yaşamaya devam. Gezi’de şenlik, burada katliam… Aşağıda camiye girenlere bile gaz atanların artık hiç durmayacaklarını biliyoruz. Halk TV canlı yayını yokuşu gösteriyor stüdyosundan, “biz demin burada mıydık?”, inanamıyoruz.


Ona da inandırmayı başarıyorlar ama. Mehmet’in canına kıyıyorlar, Ali İsmail’i öldüresiye dövüyorlar. Sağ kalmak mesele olmaya başladı çapulcu arkadaşım, ürkmekte haklısın. Karşımızda gözünü genç insanların kanı bürümüş bir seri katil var. 

1.06.2014

Gezi Parkı Yazı Dizisi - 1 Haziran

Herkesin kendine göre bir uyanma ritüeli var. Kimi derhal yüzünü yıkar, kimisinin eli hemen sigara paketine uzanır, bazı insanlar ise çay demlemek üzere mutfağa yollanır. 1 Haziran sabahı ise, sanıyorum, bu üçünün dışında ortak bir ritüele sahip olduk. Yastık kenarına sıkıştırılmış televizyon kumandasıyla ilk temasa. Halk TV canlı yayınına dahil olmak adına. Ana akım medya şirin hayvanların belgesellerini vererek olağanüstü şiddeti yok sayadursun, kimsenin yönlendirmesine ihtiyacımız olmadığını çözmüştük bile.  Uyanır uyanmaz nabız tutmak böyle bir şeydi. “Ya hep beraber, ya hiçbirimiz” demeye başlamanın ilk getirisiydi bu. Ardından Twitter aracılığı ile yürüyüşe başlanacak saatler incelenir, hangi güzergahtan ve parka hangi açıdan ulaşmaya çalışılacağı tartışılırdı. Akaretler’de gözünü açan biri olarak, tercihim hali hazırda duruyordu. Çoğunluğun ve o günün kahramanı olacak çArşı grubunun seçeneği olan Osmanbey üzerinden gidilecekti Gezi’ye…

Kitlesel bir direniş içindeyseniz Cumartesi bulunmaz bir nimettir. Bütün gün sizin önünüzdedir çünkü iş güç kaygısı, geç kalma korkusu yoktur. Sadece sokakta değil, arka planında sosyal medyada da tüm korunma taktiklerine, gazla mücadele yöntemlerine hızlıca aşina olabilirsiniz. Mesela o Cumartesi’nin en kritik noktalarından biri eczanelerin açık olmasıydı ve sanıyorum kimsenin envai çeşit ilaçla işi yoktu. Evde kalanlar solüsyonların nasıl hazırlanacağını araştırıp pet şişe bulurken eczaneye gidenler asıl materyalin, Rennie, Talcid ya da Gaviscon’un peşindeydi. Havuzda veyahut denizde takarız diye aldığımız deniz gözlüklerinin dolaplardan tozlar içinde çıkartılması da “direniş ar-ge”sinin bir ürünüydü. Herkes kendince savunma ekipmanını tedarik etmenin derdindeydi ve bu sefer gündüz gözüyle yeşiline kurban olduğumuz parkı almaya gidecektik. Üstelik çocuklar gibi şendik. Önceki geceden çıkan inanç, Türkiye’nin tüm illerinde eylemlere, Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçen insanlara, korku duvarını yıkmış ve siyaset üstü bir mücadeleye girişmiş milyonlara ön ayak oluyordu. Her gün daha kalabalık oluyorduk. Biz her geçen saat daha bir beraberdik.

Müthiş bir insan yığını… Maçka, Nişantaşı, Teşvikiye… Önceki gün gaz yemiş olmaya gerek yok tedirgin olmak için. Devletin başındakiler gözünü savaş bürümüş kolluk kuvvetine fiziksel ve ruhsal olarak nasıl bir “gaz” verdiyse, Nazım Hikmet’i alan Haziran ayında ölmek hiç öyle şiirde olduğu gibi zor değil. Diktanın ve faşizmin gücüne kendini inandırmış insan müsveddeleri için, parkı savunan insanlar “can” değil çünkü. Kaçırdıkları ve her gün daha tahrik edici açıklamalarla yangına körükle gittikleri gerçeği o karanlık zihinlerinde bir soru işareti bile olamıyor henüz. Olacak mı, bilinmez. Ana akım medyanın kör, sağır, dilsiz, aşağılık, haysiyetsiz yayın anlayışı ile sokak gözükmez, polise attırdıkları gazlarla hayat yaşanmaz olur ve bir süre sonra unutulur diye düşünüyorlar. Hayat kimilerine yaşanmaz olacak ve öldürecekler, onlar bunu henüz bilmiyorlar. Katil olmakla yüzleşecekleri vakit de gelecek. Her şey sırasıyla olacak. Şuan biz TRT Radyosu’nun önünde gaz yemeye geri dönelim.

Yoğun bir gaz saldırısı var ve fakat insanlar geri gitmiyorlar. Tabii ileri de. Kolay değil, ne ile karşılaşacağını kestirmek. Şiddete şiddetsiz karşı durmak her babayiğidin harcı değil. Ama şiddete şiddetsiz karşı yürümek bazı babayiğitlerin imzasıymış meğer. Üstelik maskesiz, gözlüksüz halde... Bir tuhaflar. Korkusuz olmanın farklı bir boyutunu yaşıyorlar. Görüyorsun. Peşlerine takılmak hayli cesaret isteyen bir iş ama sen de o güçle doluyorsun. çArşı’dan bahsediyorum. Akaretler’den geliyorlar. Durmadan ve peşlerine insanları ekleyerek yürüyorlar. Kimsenin ilerleyemediği polis-halk arası alanda duraklama yapmadan adım adım gidiyorlar parka doğru. Düşüyorlar, kalkıyorlar, düşenleri arkaya taşıyorlar ama durmuyorlar. Arkadaki insanlarda yoğun tedirginlik… Bir mesafe oluyor, öndeki grup az sayıda, istedikleri tek şey safı dağıtmadan herkesin yürümesi. “Biz halledeceğiz” diyorlar. Sonra kimileri tekrar düşüyor. Onları başkaları kucakta yine arkaya taşıyor. İleri geri bir devinim ama ekip hep yürüyor. Gerçekdışı bir manzara yaşanıyor. Poliste de aynı şaşkınlığın olduğunu düşünüyorum. Yakın mesafeye gaz sayısını artırıyorlar. Değişen bir şey olmuyor. İki Toma manevra yapamıyor, olduğu yere mıhlanmış, kalıyor. Polis her saniye geriye gidiyor. “Çekilin” uyarısı mı geldi, yoksa mecburi bir çekilme mi, orasını bilemem. Tesadüflere inanırım ama bu sefer pek inandığımı söyleyemem. Devlet tarafında bir koordinasyonsuzluğun olduğu fazlasıyla ortada. Polisin gazından, Toma’sından korkmayan insanlar şiddete şiddetle karşılık vermeden parkı geri alıyor. Parkın içinde habersiz polisler var. Karşılarında yüz binlerce insan. Ayıptır söylemesi, icabında direnişin de en trajikomiği bizde olur. Dün geceki inanış ve uyanış çok sürmeden 1 Haziran öğleden sonrası Gezi Parkı’nda ağaçların gölgesinde halaya dönüşüyor. Birbirini tanımayan yığınla insan kurtarılmış parkta dans edip şarkı söylüyor. Artık polisin tüfeği yok. Senin de korkmana gerek yok artık ey habitat! Burayı öyle güzel yapacağız ki, asırdan fazladır ayakta duran koca ağaçlar bile “ömründe” böyle hikâye görmemiş olacak.

Parkta nefis günler göreceğiz de, şiddetle beslenenler boş durmuyorlar. Beşiktaş’ta saldırının en şiddetlisi yaşanıyor. Gezi’deki halay devam ededursun, birçok kişi koşarak Barbaros’a ve Akaretler’e geri dönüyor. Yaşadığımız sokağın önünde barikatlar. Aşağıda polis. Ne gerek var, niye be arkadaşım? Direniş parkın korunması biçiminde devam edecekken yine başlıyoruz gaz yemeye. İstihkak denen bir şey var. Bu da boğaz, bu da ciğer… Ciğersizliğin lüzumu var mı? Maalesef ne duruyorlar, ne doyuyorlar. Şiddet olabildiğince sürüyor gecenin karanlığında. O an anlıyorum. Bu iş devam edecek. Bedenen gücüm elverdiğince sokakta kalıyorum. Evin kapısını açıyoruz herkese. Evde başka insanlar varken tekrar çıkıyoruz. Daha kötüsü yarın olacak aslında. Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım. Ben biber gazı müptelası oldum, ben direnmeye artık aşinayım. Benden şiddet bekleme çevik. Ben sadece “Her yer Taksim, her yer direniş” diye yırtınıyorum, fazlasını yapmayacağım. Senin taktiklerini bilmiyorum. Ben bir tek bu slogana aşığım. Gelirseniz bekleriz, biz yarın yine Akaretler’de olacağız. Kimimizin Gezi’de, kimimizin Gazi’de, kimimizin Kızılay’da, kimimizin Gündoğdu’da olması gibi.

O sırada türkülerle, şarkılarla yeşiline kurban olduğumuz Gezi uğruna bir canımız gidiyor. Vuruyorlar Ethem’i. Göz göre göre, bile isteye vuruyorlar. Katiller artık. Meseleyi bir iki ağaç olarak düşünmeyi seçen vicdansızlar, yeşil direnişi siyaha boyuyorlar. Bir parkı kaybetmemek için çıkılan yolda onlar vicdanlarını kaybediyorlar.


Fark etmez kardeşim. Teker teker öldürmekse niyetiniz, çekinmeyiniz. Biz içimiz kan ağlayarak da direniriz. Çünkü semt bizim, park bizim, aşk bizim…