25.12.2012

Sokak


Sokağın başındayım. Hava soğuk, saat akşam suları ama henüz geç değil. Evime gelmişim. Yemyeşil ağaçlardan örülü, köşesindeki sokak lambası yıllardır onarılmadığı için halen cızırtılı sevimli bir mahalle sokağı.. Ancak ilerleyemiyorum. Feryat figan bir havlama. Ya canını acıtıyorlar bir köpeğin, ya da köpek birinin canını acıtmaya can atıyor. Yine böyle bir akşamda, aynı cızırtılar içinde saldırıya uğrayalı henüz bir yıl geçmediği için ürkmeler, korkmalar, tırsmalar bünyede vaki. Lakin artık her köpek havlamasında arkadaşın evine habersiz tecavüzler düzenlemek de sıkıcı bir hal almış durumda. 

Elbette alternatif güzergahlar denenmiş, türlü numaralarla bir üst sokaktan apartmanın arka bahçesine slalomlar düzenlenmiş, kimi pantolonlar yırtılmış, kimi kanamalar dindirilmiş ama sonuç yine bu köşe, bu sokak lambası; yapılması gereken şey ise atılacak ilk adım. Sonrası hızlı, yavaş gelir bir şekilde ama söküp atılamıyor bu korku. Sokak boş ve loş; insanın olmayışı ne hoş! O zamanlar yaş küçük olduğundan bir sigara yakıp düşünme durumum söz konusu değil; ancak söz konusu köpeğin akşam yemeği olacağıma dair kuvvetli bir idrak düşüncelerimi ele geçirebilmiş durumda. 

Bunları hatırlamıştım 3 yıl önce taşındığım evin sokağına bir yabancı gibi girdiğimde. Yanımda yine bir köpek. Hatta belki de o köpeğin yavrusu bana eşlik ediyordu, sanki o gün eve kazasız belasız girip bütün korkularımı sokağın başında bırakmışlığım bir miras gibi babadan oğluna geçmişti de, saygıyla yürüyordu. Tüm çocukluğumun, ağaçtan düşmelerimin, yediğim beşliklerin, apartmanın önünde babama birileri saldırmışken gözümü kapatıp dalışlarımın, çocukluk arkadaşlarımın, aşık oluşlarımın ve milyonlarca anının yattığı sokağa geri döndüğümde aklıma gelenin neden o anda zuhur ettiğini anlamaya çalıştım. Düşünebilecek onca şey varken niye o belirmişti zihnimde...

Sanırım bu anıların hepsinin temeliydi bu çünkü. Darbeyi ve darbe sonrası korkuyu; bundan her daim kaçmak mı yoksa bir kez cesaret gösterip üzerine yürümek mi ikilemini, gelecekte yüzlerce kez itin kopuğun sarhoşun hırsızın dolaştığı gecenin kör vakitlerinde yalnız başıma dolaşabilme; yurt dışında şehirleri tek başına keşfedebilme; ıssız ve tekinsiz yerlerde içgüdüsel hareket edebilme hislerinin başlangıç noktasıydı. 

O gün öğrenmiştim. Hayatta darbeler alacak, üzülecek, yorulacak, hatta korkacaktım. Ama içgüdüm doğrultusunda yürümem gerektiğini düşünüyorsam kaçmayacaktım, devam edecektim. Sokağın başına, bir dönüm noktasına, bir değişim anına denk geldiğimde yapmam gerektiğini düşündüğümü yapacaktım. Sokakta öğrenmiştim düşmeyi, korkmayı, yaşayarak görmeyi; hayatımın her döneminde uygulamaya çalışacaktım.

Nihayetinde hayat da eni konu bir sokaktı. İnsanı sıklıkla köşelere getiren ve bir karar vermeye zorlayan, hata yaptıran, hatadan ders çıkartan biraz halli, biraz yollu.
Korkularını yenemeyenlerin hiç giremediği; saldırıdan ve kaybetmekten çekinmeyenlerin en azından içinde yer alabildiği bir çıkmaz sokak..

Ben hayatın ne demek olduğunu o sokakta öğrenmiştim.

21.12.2012

Küfür


"Yoldan çıktım ben" dedi elindeki tuborga bakarak genç adam. Sustu sonra. Saçındaki kepeği, üstündeki külü temizledi. Temiz olmayı severdi her türlü pisliğe bulaşsa da. Onunkisi şahit olmaktı, gözlemlemekti. Çoğunlukla susmak; icabında birkaç kelimeyle yorumlamaktı. Eksik bulunurdu belki ama fazlası istenmezdi. Ani çıkışlarını bilenler, bulaşmazdı. Ülkesine döndüğünden beri yurtdışındaki bütün sakinliğini yitirmişti çünkü. O kadar şey başarıp, kendisini kendisine değil ama çevresine kanıtlayıp gelmişse de çok uzun sürmemişti bunların bir öneminin olmadığını farketmesi. Özellikle ülkesinde... Çünkü ülkesinde hayat başka bir şekilde sürdürülürdü. Başarı yaltaklanmayla, kariyer boyun eğmekle, para yavşaklıkla elde edilirdi. Tükürmek, vicdan sömürmek, manevi değerleri çürütmek, gücün orantısını ayarlayamamak gündelik hayatın demirbaşlarıydı. Herkes aklıselime davet ederdi, verilen davete katılan olmazdı.   

Hoş, bütün bunları bilerek gelmişti. Kesin olan buydu; bilerek gelmişti ve bir anlamı olduğu için söylemişti o cümleyi. Çünkü o ülkede kimse kendi yolundan gitmezdi. Aşina olunan tek gerçek, başka birinin, tanıdığın ya da hiç görmediğin birinin yolunu kesip kendi yolun saymazsan, kendi yolun diye bir şey hiç olmayacaktı. Sonra biri gelip alabilirdi o yolu, o sorun olmazdı; yol çoktu çünkü, doğruyolları vardı, adalet her yerdeydi, cumhuriyet içimizdeydi zaten, anavatan ve içindeki millet elbette ki tanrı gibi tekti, başka bir kimlik söz konusu olamazdı. Hepsinden öte ak mı ak, tok mu toktu herkes. Yol o kadar çok, o kadar boktu ki; çıkamazdın, izin vermezlerdi.

Ama oysa ki;

Yoldan çıkmak deyimi halk dilinde kötü bir anlam ihtiva etse de, özünde kendi tercihiyle çıkanları da saygıyla barındırır. Bu tercihi kabullenmiş olanlar, gerçeğin ve yaşananların farkında olup sıkılanlar, bir nebze tutunamayanlardır. Herkes her zaman bir mücadele içinde olamayabilir. Bazen insan çok bıkar. Öyle çok bıkar ki, daha az konuşur, daha az tartışır, elindeki biraya sessizliğini katık edip dibe çöker o yoğun sıradan çözelti içinde. 

Ama o genç adamın ülkesinde bu da namümkündü. Öteki ya da aykırı olunamayacağı gibi, dibe de çökemezdin. Öyle istediğin gibi susamazdın. Sessizliğini bile alırlardı adamın elinden; öyle bir alırlardı ki, namusunu yitirmiş hissederdin. Bir şekilde, bir yola sokarlardı. Farkında olmadan istemediğin o yolun girdabında dönerdin. Farkedemezdin bile, çünkü gündem değişirdi, sen dünde kalırdın; hatırlayan olmazdı buna sen de dahil. O ülkenin çocuğu olarak en iyi sen bilirdin geçmişi unutmayı. Kendini bilip geçmişini hatırlayacağına; histeri içinde ve  hamasi duyguların pençesinde kendini kaybedip gelmişine geçmişine küfrederdin, herkes gibi.

Küfürdü ortak payda. Ortak tek yol, bilmeden ve düşünmeden küfretmekti. Onlarca farklı lehçe ve ağızda, salyalarla.