3.06.2016

Gezi Parkı Yazı Dizisi – 3 Haziran



Kaçta bitti gece, nasıl bitti, ne oldu da bitti; bunlar bir süre sonra yorgunluk nedeniyle hatırlanmaz oluyormuş meğer. İş, güç kaygısı yerini hayatta kalabilme gayesine bırakınca ne maddi sıkıntı, ne iş performansı, ne de yarın ne olacağı kalıyormuş zihinde. Geleceği endişeyle düşünen milyonlara “carpe diem!” dedirttiniz, anı yakalattınız ya; böyle bir motivasyonu isteseniz sağlayamazdınız. Milyonları bir yeşil uğruna, her gün arka çıktığınız kolluk kuvveti önünde, hala ve hala salt kendini savunmak adına, tüm çığırtkanlıklarınıza rağmen insanca reaksiyon verecek halde ayakta tutmanız sizin işiniz değil gerçi. O, bizi biz yapan birliktelik. Yüzyıllık ağaçların gölgesine hasret, sizin gri binalarınızı tiksintiyle izleyen bizlerin işi. Yüreğinde insanca yaşama isteğinden başka bir şey bulunmayan toplulukların sizin kirli ellerinizle kavga bile etmeden, yarışa girmeden, siyasi bir mecraya dönüşmeden temiz kalabilenlerin yapabileceği bir şey. O kadar uzaksınız ki anlamaya; alay edercesine tencere-tava diyebiliyor, yüzde 50’yi zor tutuyoruz diye galeyan peydahlıyor, kendi içinizde bile çelişkiler yumağında bir oraya, bir buraya sürükleniyorsunuz. Her şeyi başlatan ise, “planlanan” gezisine çıkıyor ülke yangın yerine dönmüşken iki cümlesiyle tüm süreci bitirmek yerine. Hatta sona erdirmek şöyle dursun; kendi bile inanmıyor ağzından çıkana, yaratılanı yaradandan ötürü sevebildiğine.

Plazalarda, sokaklarda, tüm Türkiye’de seferberliğin ifadesi 3 Haziran Pazartesi günü gözlerde tecelli buluyor. Birbirini tanımayan insanlar yorgun gözlerle anlaşıp selamlaşıyor narin tebessümler üzerinden. Kimi karşındakini aniden çıkaracak oluyor, “sen miydin dün gece yüzüme Gaviscon süren?” Senelerdir söylenegelen, sokakta kimsenin kimseye selam vermemesi durumu ya da bu kültürü ortadan kaldıran tekinsizlik hissiyatı artık yok sanki. Direnişin idrakını yapabilen gönüller için herkes herkesle dostmuş gibi... Tabii bu huşu ve bitkinlik içindeki hal, akşama kadar kimsenin iş yapmamasına sebep olmuyor değil. Telefonda zar zor açılabilen Twitter, bilgisayar başında o site, bu sayfa derken herkes neler olduğunu takip etme, akşamı üç aşağı beş yukarı kestirebilme derdinde. Öte yandan plazalardan taşanlar, Doğuş binası önünde, salağa yatmış yanın anlayışından dolayı NTV’ye “satılmış medya istemiyoruz” diye bağırıyorlar. İstememek bir tercih tabii, satılmış olmayı kabul etmek de. Artık o nasıl bir mideyse...

Üniversitelerde öğrenciler sınav iptali nedeniyle eylemler düzenlerken, Ankara’da Güvenpark’ta sessizce toplaşan liseli gençleri gazlayarak bir öğleden sonra ısınması yapıyor kolluk kuvveti. Aslında bunun için poligonları var, orada talim yapabilirler ama dönem nasıl olsa kim vurdu bile değil, onlar adına “ben vurdum” diyebilme dönemi; tadını çıkarıyorlar. Aynı kadraja muhtelemen farkında olmadan bir simitçi alıyor foto muhabiri; insanın “işte tam olarak kastettiğimiz bu” diyesi geliyor içinden onurlu yaşamaya dair. Akşama planım Beşiktaş sakin kalırsa Gezi’nin tadını çıkarmak. İşten çıkar çıkmaz koşarak parka gideceğim. Yatacağım çimin üstüne, Akaretler’deki hadiseler yüzünden bir türlü doyamadığım yeşilin her tonuna bırakacağım kendimi. Yaşadıklarımı aklıma ve kalbime mıhlayacağım sessizce. Bu anıların ve anların değerini ömür boyu bileceğime dair kendi kendime antlar içeceğim.

Gezi Parkı festivalinde kütüphanemiz, yemeklerimiz, yeni dostluklarımız var. Burunları gıdıklayan ince bir gaz kokusu, ara sıra kulakları dikleştiren bomba sesi dışında biz parkta fena değiliz. Çok yorulduk ama be kardeşim, bugün de bırakın, dinlenelim. Eş zamanlı olarak, Gündoğdu Meydanı takdir-e şayan bir kalabalığa ev sahipliği yapıyor. Ankara’da daha fazlası Dikmen’de, Kuğulu’da yürürken polis Kolej’de çok sert tepki veriyor. Antepliler, “biz biberi tohumuyla yeriz” düsturuyla yola çıkmış, Türkiye’nin her yerinde insanlar sokağa dökülmüş. Oysa kimse sokakta olmak için delirmiyor, ortada tek bir sebep var, sabahki yurt dışına tüymeden önceki konuşma. Gider gitmez yapılan konuşma. Konuşma be adam! Bari konuşma!

Burnu, boğazı kapatmanın vakti geldi, Beşiktaş aşığı kolluk yine Gümüşsuyu’nda yolu kapattı, yürüyenleri ikili sıkıştırıp strateji yapıyor aklınca. Hiç kimsenin tek bir olay çıkarmadığı akşamda bile bile insanları Dolmabahçe önüne taşımak istiyor. On binler varken yine bir kavga, gürültü, hengame. Bu işin parkta festivale dönüşmesine o kadar çok bileniyorlar ki, her akşam bir maraza çıkarmaları bu yüzden. Yorgunsak da ne yapmak istediklerine dair algılar açık tabii; motive olmak için fazla düşünmeye gerek yok. İki saat oturduk ya, çok bile! Yine hiçbir şey yapmadan oradan oraya sekelim, bombadan kaçalım, mis gibi yaza hallenen bahar havasını bırakıp bağıralım, çağıralım.

O da öyle demişti aynen. Abdullah da tam olarak bunu yazmıştı. Vicdansızlar tarafından canına kıyılmadan önce amacının yalnızca bu düzene ve inada direnmek olduğunu dile getirmişti. Yangına körükle giden devletin, yancısı kolluğun, uşağı valinin ve bilumum piyonun 22’sinde o güzel canını gözlerini kırpmadan alacağını tahmin ederek, Hatay’da o gece... Mavi Gözlü Dev’in ölümünün ellinci yılında, Nazım’ın ruhunun yanına doğru süzülmeden sadece birkaç saat önce...