18.11.2013

Child's Pose (Pozitia Copilului)

Herkese tanıdık gelebilecek bir anne, herkesin başına gelebilecek talihsizlikte bir kaza, benzerlerini birçok defa duyduğumuz ya da tecrübe ettiğimiz bir sosyal sınıf kesişmesi kulağa ilk aşamada klişe gibi geliyor değil mi? Aslına bakarsanız sevgili okuyucu, bir önceki cümle ile mantık zemininde sizleri klişeye ister istemez yönlendirmiş olduğumu kabul etmek zorundayım. Ancak bu tespitlerin nasıl bir arada harmanlandığını ve kusursuza yakın bir senaryo ile oldukça iyi bir filme dönüştüğünü, filmi izleseniz, sanırım siz de hissederdiniz. 

Child's Pose, orjinal ismiyle Pozitia Copilului her sene biraz daha adından söz ettiren Romen sinemasının son göz bebeği. Maria (2003) ve Medal of Honor (2009) ile Avrupa'daki festivallerde adından umutla söz ettiren Calin Peter Netzer, bu üçüncü uzun metrajlı filmiyle sinema kariyerinde önemli bir basamak atladı ve Berlin'de Altın Ayı ödülünü kapmayı başardı. Böylece geçen sene Beyond the Hills ile Cannes'ı kasıp kavuran Christian Mingiu'ya eşlik ederek ülke sinemasını Avrupa sahnesine yeniden taşımış oldu. 

2000 sonrası dikkatleri çeken Romen sinemasının söz konusu başarısında özellikle güçlü metinlerin etkisine değinmek gerek. Gerçeklik vurgusunu temel alan, mizahi ögelerin tamamını kara mizah biçemiyle gözler önüne seren senaryolar, yakın-uzak plan çalışmalarını iyi kotaran  yönetmenlerle başarılı yapıtlara dönüşüyorlar. Bu bağlamda, 4 Months, 3 Weeks and 2 Days'in metinlerine yardımcı olan Razvan Radulescu'yu, Child's Pose'un senaryosunun gücünden ötürü tebrik etmek gerek. 

Filme gelirsek, aktris yetenekleri sual olunmaz Luminita Gheorghiu aşırı kontrolcü, saplantılı bir halde hayatının merkezine oğlunu koymuş bir anne rolünde. Tüm sahneleriyle Bükreş burjuvasının sembolü olduğunu idrak ettiğimiz ebeveyn, oğullarının geçirdiği kaza sonrası seferber olup durumu toparlamaya çalışıyorlar. Bu süreç içerisinde sosyal statünün en temel haklarda bile maçı başlamadan nasıl kazandığını, ekonomik rahatlığın ailenin varoluşunda birinci koşul olup olamadığını ve daha birçok ailevi ya da toplumsal konuyu bu düzlemler üzerinde gözlemliyoruz. Özellikle filmdeki tüm sahnelerin ve hikayelerin gerçek hayatta herkesin başına gelebileceğini anlar anlamaz daha da dikkat kesiliyor insan. Öte yandan, bireysel tepki gösterebileceği konularda dahi, hatta filmi izlerken bile, sessiz kalıp kabullenişinin ardındaki kanıksamayı fark ediyor, kendine daha da kızıyor...

2013'ün en sarsıcı filmlerinden biri olan Child's Pose, bu sene 32. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilmişti. Son araştırmamda vizyona gireceğine dair bir ibare halen yok. Tahminim Türkiye'de vizyona girmez; olsa olsa "Başka Sinema" programına alır. Ki umarım böyle olur. Zira hiçbir sarkmanın olmadığı kuvvetli senaryosuyla ve sadece bir buçuk saatte insana günlerce düşüneceği mesajlar vermesiyle izlenmeyi kesinlikle hak ediyor. Romen sinemasının yükselişinin nişanesi olmayı da elbette... 


16.11.2013

Le Passé

Genç, hem de Avrupalı ya da Amerikalı olmayan bir yönetmen için olabilecek en iyi yıldı herhalde 2011. 39 yaşında A Separation ile “Best Foreign Language Film of the Year” Oscar’ını kazandığında sanırım Asghar Farhadi yine de çok şaşırmamıştı. Çünkü bu genç adam, yönetmenliğinin yanı sıra çok iyi bir senarist olmasının onu dünya sahnesine çok geç olmadan taşıyacağını bilen bir vakurluk ile yıldızların arasına geçiş yapmıştı. 2004’teki Beautiful City ile kariyerine oldukça iyi başlayan yönetmenin ardından yine senaryosunu yazıp yönettiği Fireworks Wednesday (2006) ve About Elly (2009) gibi iki güçlü filmin ardından “A Separation” namlı bir başyapıta imza atması zaten beklenen bir şeydi.

Ancak gerçekleşmesi zor olan, bu nedenle pek beklenmeyen bir şeyi bu sene gerçekleştirdi zat-ı muhterem. Bir başyapıtın iki sene sonrasında yeni bir başyapıtla çıktı karşımıza: Le Passé ile… Melodramdaki ustalığını yavaştan ombudsmanlığa taşıdığını ziyadesiyle gözler önüne sererek hem de. Her filminde araf tarafındaki insanları anlatmayı seven, gerçekliği  tarz edinmiş İran sinemasının nadide örneklerini sunan Farhadi, bu yapıtta Marie karakterinden, onun evliliklerinden, eski eşi-yeni eş adayından, çocuklarından ve arayışlarından çok sağlam, çok vurucu bir melodram çıkarıyor. Filmin, başından sonuna kadar, ilk diyalogdan son kesik cümleye dek ince ince işlenmiş, üzerinde düşünülmüş, fazlasıyla özenilmiş olduğunu hissedebiliyor seyirci. Doğallığı, gerçekliği hedef alışı, oyuncuların diyaloglardan daha çok, mimikleriyle duygusal devinimlere hükmettiği bir eser izlediğinizi kolaylıkla ayırt edebiliyorsunuz. Filmin nereye bağlanacağını düşünmeyi bırakıp “o an”ın tadını çıkarıyorsunuz. Geçmişin kimi zaman bir yük, kimi zaman hatıralar denizi şeklinde isteseniz de, istemeseniz de her an sizinle olduğunu yeniden idrak ederken bu hissiyatı devreye sokacak mekanizmaların, diğer bir deyişle duyuların işlevini hatırlamaktan geri kalamıyorsunuz.

Yazıp yönettiği her filmde, oynayan kim olursa olsun, oldukça kuvvetli oyunculuk performanslarına şahit olduğumuz yönetmen bu sefer kimi tanıdık, kimi ise gelecek vadeden kişileri ön plana çıkarmış. Gözleriyle tüm iç dünyasını anlatma yetisine sahip Bérénice Bejo performansının karşılığını Cannes’da “Best Actress” ödülü ile hali hazırda aldı. Ancak ben Tahar Rahim’in ve Pauline Burlet’nin performanslarının da yabana atılmaması gerektiği kanaatindeyim.

Özetle, dantel gibi işlenmiş senaryosu, akla kazınan son sahnesi ve tüm vuruculuğu ile muhakkak izlenmesi gereken bir film “Le Passé”. Asghar Farhadi’yi bir adım daha ustalığa götürürken izleyiciyi geçmiş, gelecek ve arafı temsilen “şuan” ekseninde dolaştıran bir yedinci sanat nefaseti...