27.10.2014

Deux Jours, Une Nuit

Bir kâğıt parçasının insan onuru üzerinde etkisi nedir? Ya da şöyle sormalı: ayakkabı kutuları ile taşınan para mı, yoksa kaybedilen iş sonrası uğrunda hakkıyla savaşılan para mı daha değerli? Bu uğurda oy için dilenmeyi göze almak mı onurlu, yoksa vazgeçip kendini dilenci konumuna sokmamak mı? İnsanların hayatına ve yaşayışına dokunan çıkarlar bencil karar almayı gerektirir mi; aksine insanın işini kazanması o ikramiyeden yeğ mi?

Dardenne kardeşler yine çok can alıcı bir noktadan yakalıyor izleyiciyi. Türlü vicdan, onur, hak-hukuk muhakemesinin içinde olanca berraklığı ve kusursuz senaryo ile çok derinden bir iş çıkarıyorlar. Böylece Filmekimi sayesinde izleyebildiğimiz “Deux Jours, Une Nuit” her anlamda ders niteliğinde olmayı hak ediyor. Kendilerine Cannes’da Altın Palmiye adaylığı sağlarken Marion Cotillard bu yılın en sahici performanslarından birine imzasını atıyor.

Senaryo çok temiz ve anlaşılır aslında. Sandra (Marion Cotillard) geçirdiği ruhsal hastalık sonrası eski işine geri dönmek ister. İki çocuk sahibi çiftin (koca rolünde Fabrizio Rongione var) çeşitli masrafları göz önüne alındığında zorunluluk arz eden bir istek bu. Ancak Sandra’nın gidişinden sonra işin 17 değil, 16 kişi ile de yapılabildiğini gören patron ve yaveri Sandra’nın dönüşünü istemez ve çalışanlar üstünde baskı kurar. Yine de, adil biçimde yapılacak bir oylama sonucu çalışanlar ya Sandra’nın dönüşüne “evet” diyeceklerdir ya da “hayır”ı seçip ikramiyelerini almaya devam edeceklerdir. Film ise oylama öncesi Sandra’nın tek tek hepsinden oy istemeye gitmesine, tüm çalışanların yüzüne bakıp bir nevi “dilenmesine” odaklanıyor.

Tipik bir Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne yaklaşımı olarak, yapımın her saniyesinde gerçekçilik had safhada ve büyüleyici. Öte yandan, yakın plan başrol çekimleri ile Marion Cotillard’ın yanında yürüyormuşsunuz hissini yakalamak az rastlanır cinsten. Buna bir de, Marion Cotillard’ın hafızalara kazınacak oyunculuğu girince empati yapmak hayli kolaylaşıyor. Çünkü konu tam çetrefil yumağı… Bir tarafta Sandra’nın kovulmasını istememek vicdani açıdan ağır basarken öte yandan ikramiyeden olmak hayatı zorlaştıracak mühim bir unsur. Bir yanda çalışanlar için “evet” diyeceklerin olduğunu öğrenmek vicdanı daha da sarsarken, aynı zamanda Sandra’nın yaşadığı onur zedelenmesi kalp kırıcı, üstelik onun hassas dengesini intihara sürükleyebilecek kadar tehlikeli.

Tüm film boyunca ikili diyaloglardaki bu yüksek tansiyonu vicdanınızın uğultusunu eksik etmeyerek yaşıyorsunuz. Sandra’nın her bir çalışanı ziyaretinde başka bir davranışa tanık olup vicdan denen o ince kabuğun kişiden kişiye nasıl değişebildiğini (belki biraz da kendi başınıza gelse ne yapardım değerlendirmesi eşliğinde) sorguluyorsunuz. Dardenne tarzı farklı bir son ile içsel ve işsel mevzular bir yere güzelce bağlandığında ise Sandra’nın yüzündeki tebessüm ve ferahlıktan en hakiki mürşidin ne olduğunu sakince hatırlıyorsunuz. Çünkü eser bunu son derece nazikçe yapıyor.

Neredeyse hiç dallanıp budaklanmayan bir senaryonun bu kadar leziz bir filme dönüşmesinde aslan payı Dardenne kardeşlerin olabilir, buna bir lafımız yok; lakin Marion Cotillard’ın soluk benzinin üstüne çenesinin titrediği, gözlerinin ferinin söndüğü, vücut hareketlerine ve yürüyüşüne dahi depresif bir hava verebildiği muhteşem performansını yabana atmak çok ayıp olur. İçinde bulunduğumuz yılın en iyi aktris performansına tanık olduğumuz bir gerçek.


İkilem hayatın her alanında, hatta her günümüzde var. Verdiğimiz kararların doğruluğunu/yanlışlığını idrak havuzumuzda vicdanımız elverdiğince tartabiliyoruz. Elbette ki, bunu her birimiz ayrı şekillerde yapıyoruz. İşte tam olarak bunu anlatıyor film. Bazen mutlak doğru ya da mutlak yanlış olmayabiliyor bu dünyada. Ama çeşit var, farklılık var, herkesi etkileyen başka hikâyeler var. İyilik yapmak belki çok zor değil, doğrunun peşinde koşmak bir yaşam biçimi dahi olabilir; peki zor anlarda kişinin kendinden vazgeçip başkası için o iyiliği yapabilmesi bunun neresinde kalıyor? Bunu yapmak doğru mu her zaman; kendini ve ailesini etkileyebilecek kararları iyilik, doğruluk, haklılık, haksızlık; hangi düzlemde vermeli, verir insan? Hassas oldukları kesin. Ama üstünde düşünmek de mutlaka dikkate değer. Tüm bunların ışığında sıkı bir vicdan muhakemesine ve kesinlikle iyi bir film izleyeceğinize hazır olun, yeter.