21.02.2015

Whiplash

İnanmak başarmanın yarısı derler ama kalan yarısını nasıl tamamlayacağımıza dair kesin bir veri yok. Bunun için elimizde çeşitli metotlar, psikolojik yaklaşımlar, bolca denek, haylice kategori ve konu olsa gerek.Kiminin el emeği ve çabası, kiminin hayata şanslı gelmesi veya imtiyazlar eşliğinde daldan dala sekmesi, başarıya giden yolun kalan yarısı için gerekli araçlar olarak düşünülebilir, ancak mükemmele ulaşma isteğinin tüm bunlardan fazlasına ihtiyaç duyduğunu söylemek yanlış olmaz. Metafor dolu cümlelerin sonunda konumuzun hikâye içinde hikâyesi ile 2014’ün kesinlikle en iyi filmlerinden biri, “Whiplash” olduğunu söylemenin de yanlış bir tarafını görmüyorum, hatta sanırım tam sırası.
Girizgâha sebep olan senaryoyu biraz açacak olursak, genç bir davulcu adayının (Miles Teller) başarının ötesine geçme isteğini, bu istek uğruna New York’un ve dünyanın en iyi müzik okullarından birinin orkestrasına seçilişini ve ardından orkestrayı çalıştıran deneyimli öğretmen (J.K. Simmons) ile yaşadıklarını konu alıyor diyebiliriz. Hiçbir yerinde karışık bir argümanı bulunmayan, son derece makul, “temiz” bir özet, değil mi? Böyle düşününce konunun melodrama kayma ihtimalini göz önünde bulundurmalı. Üstelik konusu itibariyle devamlılık yaratmak da çok kolay olmayabilir senaryoda, bu da epey olası. Filmi izlemeden bu çıkarımları yapmak kadar normal bir şey yok, özellikle birkaç cümlelik bir özete denk geldiyseniz, tıpkı benimki gibi. Ama film bittiğinde hisleriniz çok başka yerlerde olacak, bunu temin edebilirim, çünkü karşımızda başarının sınırlarını zorlayan ve mükemmele ulaşan bir Damien Chazelle var!
29 yaşındaki bu genç adamın öyküsü, girişteki “hikâye içindeki hikâye”yi oluşturmakta.  Chazelle, Whiplash’i çekmek için ihtiyacı olan bütçeyi bulamayınca 18 dakikalık kısa film versiyonuyla 2013’te Sundance’a gider ve ödülü kapar. Ödül, Sony Pictures Classics tarafından uzun metraj için sağlanan bütçe olur ve Miles Teller başrole geçer. Üç hafta bile sürmeyen çekimlerde Chazelle aklında ne varsa uygular ve ortaya kusursuza yakın bir yönetmenlik performansı ve çok iyi bir yapım çıkar. Tıpkı filmin ana karakteri Andrew’un hedefi gibi, hedefine ulaşması gibi… Aslında kendi hikâyesini de bir gün Whiplash tadında çekerse Chazelle, eminim, o filmde de etkileyici bir performans görebiliriz. Çünkü hepimiz biliriz ki, asıl büyük kazanımlar böyle uğraşlar sonunda elde edilir.
Dolaysız senaryonun harika bir filme dönüşmesindeki kilit noktaları sıralamazsak, uğraşın ödül avcısı bir filme nasıl evrildiğini anlatmamış oluruz. Her şeyden önce, senaryonun yol açabileceği tehlikelerin hiçbirini filmde bulmayacağınızı garanti edebilirim. Zira aksiyon filminde olmadığı kadar gerilim, melodramda olmadığı kadar gerçekçi psikolojik travmalar, birçok kalburüstü filmde göremediğimiz boyutta soluksuz bir kurgu/akış biçimi, caza doyduğumuz melodiler ve harika bir son ile bütünsel bağlamda eksik yanı neredeyse bulunmayan bir yapım var karşımızda. Full Metal Jacket’a yapılan atıflar, kesinlikle doğru bir benzetme. Chazelle, Miles Teller’a ve J.K. Simmons’a kariyerlerindeki en başarılı oyunculuk deneyimlerini sağlayadursun, bütün bunları ilk filminde yapan ve henüz otuzunda olmayan bir adam olarak kendine de hayran bırakıyor. Hani cidden “insan gerçekten hayret ediyor”. Andrew’un davulu hocasının istediği gibi çalabilmek için verdiği uğraşta ellerini kanatması, J.K. Simmons’un dev bir oyunculukla Oscar’ı hak etmesi kadar gerçekçi. Hatta gerçek. Tıpkı öğretmen Fletcher’ın tokadı bastığı anın da “gerçekten” çekilmiş olması gibi. Büyük olasılıkla üç haftadan az süren çekimler süresince tüm ekip salt oyunculuk sergilemekle kalmayıp bu filmi gerçekten yaşamış, hikayenin sahici bir parçası olmuş.
Miles Teller’ın performansı muhakkak etkileyici. Kendisinden beklenen bir ivmeydi, gayretkeş kişiliği onu daha iyi yerlere de getirecektir. Ama Hollywood’un en sevdiğim aktör tiplerinden olan cefakâr J.K. Simmons’un “bu karakter bundan daha iyi yansıtılamaz” dedirten sıradışı oyunculuğu ayakta alkışa, övgüye ve Oscar’a değer. Film başlı başına donanımlı ama bu iki ismin birlikteliğinden çıkan sinerji Whiplash’i hiç unutulmayacak filmler arasına taşıyor.
Golden Globe’dan Sundance’a, Toronto’dan BAFTA’ya, hatta Cannes’a kadar yığınla adaylık ve ödül alan Whiplash, 2014’ün en iyi filmleri arasında çoktan yerini aldı. Son olarak, bu hafta içinde Oscar’da En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Ses Miksajı kategorilerinde tam 5 adaylıkla başarısını perçinledi.
Oscar’dan ödülle döneceğine gönülden inanan biri olarak, bunun arkasında yatan şeyin, başarının tasdiki anlamına gelecek Oscar ödülü bile olmadığını görebiliyorum. Tüm bu perdenin arkasında genç bir yönetmen adayının iki yetenekli oyuncuyu yanına alıp bu yaşta eksiksiz bir sinema şöleni sunması yatıyor. Bu öyle büyük bir şey ki, alt metninde hissedilen sadece başarı üstü bir durum olabilir; “mükemmeli başarmak”. Bu hissin herhangi bir heykelden ya da ödülden daha fazla hazza sebep olduğunu düşünmek gerekiyor. En nihayetinde, hak edilen başarıya hakkını vermek de biz izleyicilere düşüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder