Kaçta bitti gece, nasıl bitti, ne oldu da
bitti; bunlar bir süre sonra yorgunluk nedeniyle hatırlanmaz oluyormuş meğer. İş,
güç kaygısı yerini hayatta kalabilme gayesine bırakınca ne maddi sıkıntı, ne iş
performansı, ne de yarın ne olacağı kalıyormuş zihinde. Geleceği endişeyle
düşünen milyonlara “carpe diem!” dedirttiniz, anı yakalattınız ya; böyle bir
motivasyonu isteseniz sağlayamazdınız. Milyonları bir yeşil uğruna, her gün
arka çıktığınız kolluk kuvveti önünde, hala ve hala salt kendini savunmak adına,
tüm çığırtkanlıklarınıza rağmen insanca reaksiyon verecek halde ayakta tutmanız
sizin işiniz değil gerçi. O, bizi biz yapan birliktelik. Yüzyıllık ağaçların
gölgesine hasret, sizin gri binalarınızı tiksintiyle izleyen bizlerin işi.
Yüreğinde insanca yaşama isteğinden başka bir şey bulunmayan toplulukların
sizin kirli ellerinizle kavga bile etmeden, yarışa girmeden, siyasi bir mecraya
dönüşmeden temiz kalabilenlerin yapabileceği bir şey. O kadar uzaksınız ki
anlamaya; alay edercesine tencere-tava diyebiliyor, yüzde 50’yi zor tutuyoruz
diye galeyan peydahlıyor, kendi içinizde bile çelişkiler yumağında bir oraya,
bir buraya sürükleniyorsunuz. Her şeyi başlatan ise, “planlanan” gezisine
çıkıyor ülke yangın yerine dönmüşken iki cümlesiyle tüm süreci bitirmek yerine.
Hatta sona erdirmek şöyle dursun; kendi bile inanmıyor ağzından çıkana,
yaratılanı yaradandan ötürü sevebildiğine.
Plazalarda, sokaklarda, tüm Türkiye’de
seferberliğin ifadesi 3 Haziran Pazartesi günü gözlerde tecelli buluyor.
Birbirini tanımayan insanlar yorgun gözlerle anlaşıp selamlaşıyor narin
tebessümler üzerinden. Kimi karşındakini aniden çıkaracak oluyor, “sen miydin dün
gece yüzüme Gaviscon süren?” Senelerdir söylenegelen, sokakta kimsenin kimseye
selam vermemesi durumu ya da bu kültürü ortadan kaldıran tekinsizlik hissiyatı
artık yok sanki. Direnişin idrakını yapabilen gönüller için herkes herkesle
dostmuş gibi... Tabii bu huşu ve bitkinlik içindeki hal, akşama kadar kimsenin
iş yapmamasına sebep olmuyor değil. Telefonda zar zor açılabilen Twitter,
bilgisayar başında o site, bu sayfa derken herkes neler olduğunu takip etme,
akşamı üç aşağı beş yukarı kestirebilme derdinde. Öte yandan plazalardan
taşanlar, Doğuş binası önünde, salağa yatmış yanın anlayışından dolayı NTV’ye
“satılmış medya istemiyoruz” diye bağırıyorlar. İstememek bir tercih tabii,
satılmış olmayı kabul etmek de. Artık o nasıl bir mideyse...
Üniversitelerde öğrenciler sınav iptali
nedeniyle eylemler düzenlerken, Ankara’da Güvenpark’ta sessizce toplaşan liseli
gençleri gazlayarak bir öğleden sonra ısınması yapıyor kolluk kuvveti. Aslında
bunun için poligonları var, orada talim yapabilirler ama dönem nasıl olsa kim
vurdu bile değil, onlar adına “ben vurdum” diyebilme dönemi; tadını
çıkarıyorlar. Aynı kadraja muhtelemen farkında olmadan bir simitçi alıyor foto
muhabiri; insanın “işte tam olarak kastettiğimiz bu” diyesi geliyor içinden
onurlu yaşamaya dair. Akşama planım Beşiktaş sakin kalırsa Gezi’nin tadını
çıkarmak. İşten çıkar çıkmaz koşarak parka gideceğim. Yatacağım çimin üstüne,
Akaretler’deki hadiseler yüzünden bir türlü doyamadığım yeşilin her tonuna
bırakacağım kendimi. Yaşadıklarımı aklıma ve kalbime mıhlayacağım sessizce. Bu
anıların ve anların değerini ömür boyu bileceğime dair kendi kendime antlar
içeceğim.
Gezi Parkı festivalinde kütüphanemiz,
yemeklerimiz, yeni dostluklarımız var. Burunları gıdıklayan ince bir gaz
kokusu, ara sıra kulakları dikleştiren bomba sesi dışında biz parkta fena
değiliz. Çok yorulduk ama be kardeşim, bugün de bırakın, dinlenelim. Eş zamanlı
olarak, Gündoğdu Meydanı takdir-e şayan bir kalabalığa ev sahipliği yapıyor.
Ankara’da daha fazlası Dikmen’de, Kuğulu’da yürürken polis Kolej’de çok sert
tepki veriyor. Antepliler, “biz biberi tohumuyla yeriz” düsturuyla yola çıkmış,
Türkiye’nin her yerinde insanlar sokağa dökülmüş. Oysa kimse sokakta olmak için
delirmiyor, ortada tek bir sebep var, sabahki yurt dışına tüymeden önceki
konuşma. Gider gitmez yapılan konuşma. Konuşma be adam! Bari konuşma!
Burnu, boğazı kapatmanın vakti geldi, Beşiktaş
aşığı kolluk yine Gümüşsuyu’nda yolu kapattı, yürüyenleri ikili sıkıştırıp
strateji yapıyor aklınca. Hiç kimsenin tek bir olay çıkarmadığı akşamda bile bile
insanları Dolmabahçe önüne taşımak istiyor. On binler varken yine bir kavga,
gürültü, hengame. Bu işin parkta festivale dönüşmesine o kadar çok bileniyorlar
ki, her akşam bir maraza çıkarmaları bu yüzden. Yorgunsak da ne yapmak
istediklerine dair algılar açık tabii; motive olmak için fazla düşünmeye gerek
yok. İki saat oturduk ya, çok bile! Yine hiçbir şey yapmadan oradan oraya sekelim,
bombadan kaçalım, mis gibi yaza hallenen bahar havasını bırakıp bağıralım,
çağıralım.
O da öyle demişti aynen. Abdullah da tam
olarak bunu yazmıştı. Vicdansızlar tarafından canına kıyılmadan önce amacının yalnızca
bu düzene ve inada direnmek olduğunu dile getirmişti. Yangına körükle giden
devletin, yancısı kolluğun, uşağı valinin ve bilumum piyonun 22’sinde o güzel
canını gözlerini kırpmadan alacağını tahmin ederek, Hatay’da o gece... Mavi
Gözlü Dev’in ölümünün ellinci yılında, Nazım’ın ruhunun yanına doğru süzülmeden
sadece birkaç saat önce...