28.01.2013

Yedinci Gün

Uzun İhsan Efendi'nin son marifeti "Yedinci Gün", beş yıllık bir beklemenin ardından okuyucuyla buluştu. Okuyucularına her seferinde yeni bir kapı açan İhsan Oktay Anar, son yapıtında evvelkilere nazaran daha yakın bir dönemi seçmiş. Haliyle, rivayeti daha az; hicivleri bol ve etkili bir roman ortaya çıkmış. Aşina olduğumuz ölçüde sayısız ironi ve taze mi taze bir lezzet ihtiva eden...

Eserlerinde ekseriyetle on yedinci yüzyıl öncesi dönemi rivayet eden yazarın yeni romanında Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçiş aralığını karakterlerine münasip görmesi kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü İhsan Oktay Anar okuyucularına yeni deneyimler sunmadan önce kendi içsel döngüsünde söz konusu deneyimi sorgulamayı seviyor ve içinden gelen, zihinsel devinimlerinin tezahürü yolların peşine düşüyor. Dolayısıyla, böylesine kritik bir dönemi kaleme alırken ve anlatısını eşsiz ironilerle süslerken kendine has masalsı tadın yerine bu sefer daha sivri bir dil tercih ediyor. Her eserinde tabir-i caizse laf arasında yaptığı göndermeler yerini mümkün mertebe politik ve hatta sertliğinden sual olunmayacak somut eleştirilere bırakıyor. Özellikle dönem ayırt etmeden devletlerin toplum üzerinde uyguladığı baskılara, Batı ya da Doğu fark etmeksizin bilim ve düşünce özgürlüğüne getirdiği eleştiriler hafife alınacak gibi değil. Ancak okuyucu kitabın çeşitli bölümlerinde karşılaşılan mütecaviz tespitlere, yazarın hikaye ediş biçimindeki özgün tekniği, usa sığmaz alaycılığı ve benzersiz dili sayesinde keyifle, hayretle ve hayranlıkla eşlik ediyor. 

Uzun İhsan Efendi'den bahsederken dilin bu romanda aldığı hali derine inerek irdelemekte fayda var. Her ne kadar gittikçe sivrilen bir yapıya bürünse de, özellikle kelime oyunları ve cümlelerdeki ironinin vuruculuğu bir çıta daha yükselmiş vaziyette. Osmanlıca tabirlerin yoğunluğunun önceki eserlere nispeten bir nebze daha arttığı hakikatini belirtmek gerek. Böylesine bir kitabı okumak ve anlamak pek tabii ki kolay değil. Lakin, yazarın kalemi öylesine berrak ve güçlü ki, üstadın gelecek eserlerinde bunu nereye taşıyabileceğini düşünmek bile heyecan verici.

"Yedinci Gün"e dayalı belirtilmesi gereken bir başka husus ise, kurguda göze çarpan dağınıklık olsa gerek. İhsan Oktay Anar külliyatına oldukça tezat gözüken bu durum, takipçileri tarafından masalsı hikaye üslubuna kuvvetli bir aşinalık elde edilmesinden ve neticesinde ortaya çıkan bir yanılsamadan ibaret olabilir. Yine de, teslis biçeminde oluşturulmuş üç bölüm arasındaki kimi kopukluklar, yazarın belli bölümleri daha bir şevkle yazdığı, kimi noktalarda ise sözünü esirgediği izlenimine yol açıyor. Mâmafih söz konusu hal, kusursuz hikayeleştirme yetisine sahip bir yazarın nazar boncuğu olarak kabul görmeyi hak ediyor.

Nihayetinde, bir kere okumanın yetmeyeceği; üstünden yıllar geçse de, özellikle içerdiği dil ve özgün anlatı gücüyle tekrar tekrar okunabilecek müstesna bir eserle karşı karşıyayız. Öyle ki, kimi zaman, sadece on sayfalık özetle anlatılmış "dünya tarihi" kısmını hatırlamak için dahi, kadirşinas bir tebessüm ile tozlu raflardan indirileceği öngörülebilir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder